“İYİYSE ALKIŞLARIZ KÖTÜYSE TENEKE ÇALARIZ”

KI (58)

Naim Dilmener’in yazılarını yıllardır ödev yapar gibi takip ederim. Bu sayede pop müziğin geçmişini ondan ders alarak öğrendim diyebilirim. Çok kıymetli bir müzik eleştirmeni ve yazar olduğu için bu röportaj beni çok heyecanlandırdı. O, çok naif bir şekilde, tüm içtenliğiyle sorularımı yanıtlarken ne kadar derin, birikimli, samimi ve gerçek olduğunu hissettim. Sayesinde yine güldüm, yine eğlendim ve yine öğrendim. Size de okurken öyle olacak eminim. Keyifli okumalar!

Müzik araştırmacılığınız ne zamana dayanıyor? Bugüne kadarki serüveni paylaşır mısınız bizimle?
Müzik araştırmacılığı gibi bir isteğim yoktu. Sadece iyi bir koleksiyoncuydum ve müziği çok seviyordum. Hayatımın orta yerinde hep müzik ve şarkılar vardı ve bir parça da obsesif bir biçimde plakları kasetleri albümleri biriktirmekteydim. Bunların üstüne yazmayı hiç hiç düşünmüş değildim. Hatta aksine yazmayla hep ilgiliydim ama kısa hikâyeler yazardım. Ben kısa hikâyeler yazmayı sürdürürüm diye düşünürken doksanların başında bir özel radyo patlaması oldu. Radyolar çoğalınca baktılar ki ortada o kadar çalabilecek şarkı miktarı yokmuş. O zamanlar dijital döneme daha çok var. Müziği plaksa plağın üzerinden CD ise CD’nin üzerinden birbirimize aktarabiliyoruz. Bir şekilde benim koleksiyonumun çok geniş olduğu bilinirdi. Radyolardan birinden teklif geldi. Sana bir saat ayıralım sen gelip kendi arşivini burada çal, önce deneme kayıtları yaparız hemen canlı yapmazsın, kayıt yaparız dediler. Bir tane kayıt yaptık hemen canlıya başladım.

Gazetelerde yazmanız da radyo etkisiyle başladı o zaman değil mi?
Evet, radyo ilgi gördü hatta Hürriyet 96, 97 de haftalık bir gazete çıkaracaktı. Onlar müziğin geçmişine de yer vermek istiyorlardı ve bu iş için de ben akıllarına gelmişim. Editör Murat Çelikkan bizim Mavi Radyo’nun dinleyicisiymiş benim programı da çok severmiş. Aklına da ben gelmişim. “Acaba o radyo programına yaptığını bize yazılı hale getirebilir mi?” Demişler. Programda şarkılar çalıyorum arada tarihçe bilgiler veriyorum. Sizden deneme yazısı rica edebilir miyim dediler. Yazımı gönderdim, ilk yazınız için biz size haber vereceğiz, dediler. Ben de herkese söylüyorum reklamdaki gazetede ben de yazacağım diye ama bir yandan içim hafif telaşlı çünkü aramadılar ilk yazıyı istemiyorlar hâlâ. Sonra gazete çıktı heyecanla açtım baktım ki deneme diye gönderdiğim yazımı zaten kullanmışlar. İlk sayısıyla başladı bir süre sonra Milliyet’e pazar eki oldu. Bir süre de böyle devam ettik. Sonra beni oraya çağıran ekip anlaşamadı ayrıldı. Bizi de serbest bıraktılar siz karar verin ayrılmak isteyip istemediğinize diye. Ben devam edemem sizinle geldim dolayısıyla ben de ayrılıyorum dedim. Ben de ayrılır ayrılmaz Radikal 2’den teklif aldım. Tuğrul Eryılmaz “Sen bize yakışırsın, senin yazılarını seviyorum. Bizde de müziğin tarihi olsun istiyoruz.” dedi. Uzun müddet köşe adım eski 45’likler diye gitti fakat o köşenin adı böyle olunca hep eskileri yazmak zorundayım. Yenileri de yazmak istiyorum dedim, köşenin adını kaldırdık. Radikal’den 2013 sonu ayrıldım. 98-2013 arası orada bilinmeye başladım diyebilirim çünkü orada yazarken Babylon’dan teklif geldi. Gel DJ’lik yap, orda yazarken NTV’den gel müzik programı yap bize, sonra ora bitince TRT çağırdı. Yani tüm diğer işlerin hepsi başladı ve iç içe yürüdü. Hâlâ öyle fakat mekânlar değişti. Hürriyet’teyim. Aylık Milliyet Sanat’a ve Ot’a yazıyorum.

“ŞİMDİ RECEP İVEDİK ZAMANLARI”

O zamanki müzik yazarlarına verilen kıymet artık neden verilmiyor?
Biz müzik üzerine konuşuyoruz ama söyleyeceklerimiz hayatın bütün alanlarına yayıldı. Özellikle kültürel alanlar için geçerli. Artık her şeyin değersizleştirildiği “Edebiyat mı o ne canım, sinemayı boşver ya, müzik ha işte çalıyor Serdar Ortaç.” dendiği dönemdeyiz. Demek istediğim sinemayı benim kuşak hâlâ eski sinema olarak kavramayı sürdürüyor. Ama şimdi Recep İvedik zamanları, Çağan Irmak zamanları… Bu yüzden Nuri Bilge Ceylan çok güzel bir film çıkarttığı zaman ne düşüneceklerini bilemiyorlar. Çünkü adam sinema gibi bir sinema yapıyor. Ama Çağan Irmak’ta arka arkaya kliplerden oluşan bir hikâye seyretmiş oluyor. Aa o güzeldi, diyor. Çünkü eğlenmiş oluyor onda ama müziğin, sinemanın illa eğlendirmek gibi bir amacı yok ki.
İnsanlar Serdar Ortaç ya da benzeri bir şey çıktığında müzik diyorlar. Jehan Barbur, Nilüfer Akbal, Birsen Tezer gibi sağlam sesler karşılarına çıkınca bu müziği tuhaf buluyorlar. Müziğin kendisine talep bu yöne kaymışken tabii ki müziğin eleştirmeninden de vokalistinden de gazetecisinden de beklenen başka şeyler oluyor. Albümü alıp müzikal formunu altyapılarını enstrümanlarını, soundunu yazmaya kalktığınızda artık gülebilirler size. Dahası, “Hadi canım bunu kim ne yapacak?” diyebilirler dolayısıyla daha basit yazmak durumundasınız. Eskiye göre hepsi taban tabana zıt. Bu işler memleketin içinden geçtiği çağla ilgilidir. Kimse iyi müziği, iyi filmi aramıyor. Bu tamamen politik sürecimizle ilgili.

Evet ama burada sorun kendimizde de, sorunu dönüştürecek bir şey yapmıyormuşuz gibi hissediyorum.
Elbette son tahlilde sorumlu biziz; insan. Toplumun da ana malzemesi insan. Ama böyleymişiz demek ki diyorum. Mesela insanların on yıl önce bir film, bir kitap için “Ya ben anlamadım bunu!” demekten utandıklarını düşünüyorum. Mutlaka anlamıştır da birtakım kendine güvensizlikten -ki toplumsal bir güvensizlik var hepimizde- bundan utanmaktaydı. Sonuçta anlamamanın utanılacak bir durum olmadığını kendileri gibi başkalarının da çoğunlukta olduğunu görünce patladılar. Sinemanız ne ki, müziğiniz, edebiyatınız ne ki istemiyoruz diyorlar. Dolayısıyla kapitalizm dediğiniz budur. Bu tarz talepler varsa arz yaratılır. Çıktı, sattı, çıktı, sattı… Ve hâlâ bu dönemdeyiz.

Sizce bu süreç dönüşebilecek mi?
Ne yazık ki bu konuda karamsarım. Eğer bu sözünü ettiklerimiz Türkiye’yle sınırlı olsaydı başka türlü hayaller kurabilecektik. Bu işler başından beri globaldi. Bütün dünya böyle bir yöne kaydı. Ben akşam bazen Fransız, İtalyan kanallarını açıyorum. Hepsinde aynı yarışmalar aynı kavga, aynı gürültü, aynı kin…
Hepsi bütün dünyada meşrulaşmış şeyler ama biz sadece bizde gibi düşünüyoruz.
Hayır hayır her yerde böyle. Bilim adamı Richard Dawkings’ı takip ediyorum. Sıklıkla Darwin’in insan ile ilgili sözünü ettiği “Evrimin tepe noktasını bulduk. Artık aşağı iniş başladı.” diyor. Biyolojik olarak doğru mudur, değil midir bilemem ama gidişat adamı destekliyor ve bunu dikkate almamız lazım.

“BASIN BÜLTENLERİNDEKİ BİLGİYLE ÜÇ DÜZGÜN CÜMLE KURABİLDİN DİYE O YAZDIĞIN ELEŞTİRİ OLMAZ”

Bizde en tehlikeli gördüğüm konulardan biri fanatiklik… Biz bir sanatçıyı sevmeyi bilmiyor muyuz?
Galiba bilmiyoruz. Ben de bilmezdim. Ajda Pekkan fanatiğiydim. Eleştiri yazmaya başlamadan evvelki ben Ajda Pekkan’a toz kondurmazdım olay çıkarırdım. Hatta Ajda Pekkan hayranı olmadan evvel Erol Büyükburç fanıydım. Tekme tokat girişirdim. Kavgayı göze alırdım ve dayak da yedim. Fanatik olmanın özünde bu var. Hayran olmak başka bir durum. Fanatiği olduğunuz her ne ya da her kimse ona nesnel bir gerçeklikle yaklaşamazsınız o zaman hayran oluyorsunuz. Ama fanatikseniz nesnellik falan umrunuzda olmamalı. Doğası gereği böyle zaten.

Size bunun yansımaları nasıl oldu? Bir dönem Nev’le ilgili bir yazınızdan sonra epey olay olmuştu.
Nev’le ilgili olan ilk örneklerdendi doğru söylüyorsunuz. Ama ben alıştım böyle şeylere gerçekten. Çünkü kendimi onların yanına koyabiliyorum. Böyle bir sosyal medya çağında ben de çocuk olsam ve Ajda Pekkan’a biri olumsuz bir şey yazmış olsa ben de tekme tokat girişirdim. Orda anlıyorum fakat şunu hiçbir zaman anlamadım. Hiç alakası yokken neden küfredersiniz ki. “Biz seviyoruz, sana ne, sen ne anlarsın, sen kimsin…” deyin tamam bunlar hep olur ama ananı, babanı, şununu bununu vs… O anlaşılmıyor. Yine de bazı arkadaşlar kendini savunup cevap yetiştirmeye çalışıyorlar ve bence yanlış yapıyorlar. Ben bir fanatiğe karşı taptığı her neyse ona yaptığımız eleştiriyi haklı gösterebileceğimizi zannetmiyorum. Böyle bir şey mümkün değil. Onları ciddiye almayıp cevap vermiyorum, demek istemiyorum. Bir fanatiğe isterseniz yirmi dört saat konuşun: “Şu yüzden kötü dedim.”
Bakın, umurlarında olmaz. Onun yerine haline bırakacaksın.

Ben müzik yazarlarında da sıkıntı olabileceğini düşünüyorum. İyi ya da kötü özetli albüm eleştirileri olduğundan biri için “Neden kötü? Neden iyi müzik yapmıyor?” u göstermediği için de sorun var bana kalırsa. Belki de bunu göstermesi onu okuyacak kişinin sorgulamasını sağlayacak.
Her alanda olduğu gibi müzikte de kötü eleştirmenler var. Çünkü kolay sanılır eleştiri. Ben başlarken ben de kolay sandım. Sonra üslubumu bakış açımı ilerlettim ama o noktada da kalabilirdim. Kimseye niçin eleştiri yazıyorsun, diyemeyiz. Ama şunu deriz: “Bak kardeşim, yaygın biçimde basın bültenleri, internet ağları vs… Sen oradaki bilgiyle üç düzgün cümle kurabildin diye o yazdığın eleştiri olmaz.” Ki bunu bile yapmayan olduğu gibi kopyalayan var. Onları zaten eleştirmen falan saymıyorum. Fakat gerçekten müzik üzerine kafa yoranların önlerine gelen bilgilerden dinlediğinde hissettiği aklında dolaşan her ne ise ona yoldaşlık edecek bölümleri alması gerekiyor. Belki yetiştirmek için bazen dinlemiyor ki bazen bu hisse kapılıyorum. Bir albüm dinliyorum, çamur ötesi bir şey oluyor. Hafta sonu açıp bakıyorum bir arkadaş “Çok güzel” yazıyor albüm için. Aman Allah’ım bana yanlış bir kopya mı gönderdiler diyorum. O zaman galiba albümü dinlemedi, diyorum. Onları da aradan çıkaralım, ondan zaten uzun vadede bir şey olmaz kendisine saygısı yoktur. Yine de dinleyenler de işin kolayına kaçmamalı. Önümde hazır metin var basın bülteni var, copy-paste olmaz. Ne gerek var o zaman. Radikal’de editörlerimden biri yazıdan bir paragrafı alıp Google’da aratır ve önüne kaç sayfa geldiğine bakardı. Basın bültenlerini biliyorsunuz bütün basın ezbere kullandığı için 5-10 sayfa gelince yazıyı değiştirirdi.

Peki nasıl geliştirmeli müzik yazarı kendini?
Dinleyecek. En önemlisi bu. Dinlerken bile kendine tür, dil, tarih sınırı koymamalı. Hep dinlemeli. Sevmek zorunda değilsiniz. Bana göre dünyanın gelmiş geçmiş en iyi piyanistlerinden biri Fazıl Say. Onu çok severim ama “Arabeskten nefret ederim. Arabesk müzik değildir.” gibi şeyler söyledi. Önce bir dinle kardeşim. Fazıl Say’ın hayatında hiç onu arabeske çekecek bir ayrılık bir sıkıntı geçmemişse -ki o anda sığınabileceğimiz limanlardan biridir arabesk- ihtiyacınız olmamıştır. Kendi özel sevdiklerinizi daha fazla dinleyeceksiniz. Ben burada on saat her tarz albümü dinliyorum ama eve gidince bir, bir buçuk saat vaktim varsa Bandista, Birsen Tezer, Ayşe Gencer, Umay Umay dinliyorum. Müzik üzerine yazacak olanların tür ayrımı yapmadan her şeyi dinlemesi gerekiyor. Hem kafa daha rahat çalışabiliyor. Ayrıca yazarlık eleştirmenlik hayata tutunma hevesi vermeli.

KI (47)

“SON ÜÇ YILDIR AJDA PEKKAN, DEMET AKALIN’I TAKLİT EDİYOR”

Bir sinema yazarı çıkıp ben sadece komedi eleştirisi yazarım demiyor ama müzik yazarlarında rock yazarım, Türkçe yazmam çok var…
Evet, ama bazen de diyorsun ki keşke öyle yapsa. Mesela Ömür Gedik keşke sadece komedi filmlerini eleştirse hatta kurduğu cümlelerle o komedi filmine ekstra komiklik katabilir ama genel olarak elbette doğru değil doğru söylüyorsunuz.

Bazı isimler bunu sadece istediklerini vurgulayarak şarkıcılığa başlıyor mesela. Onca eleştiriye rağmen bunu sürdüren isimler de var. Biz onlar sadece istiyor diye buna saygı duymak zorunda mıyız?
Hayır, elbette ki değiliz. Kimsenin önüne set çekip yapma da diyemeyiz. Yapsınlar iyiyse mutlu oluruz alkışlarız. Kötüyse teneke çalarız. Ömür Gedik’in arkasından bir tek teneke çalmadığımız kaldı neredeyse. O zaman bunu kabul etmek zorundalar. Yapmasan daha iyiydi ama kötüyse yazılanlara katlan.

Onlara özgüven veren de albüm satma oranlarını sözde başarı ölçütü saymaya çalışmaları oldu.
Çok satmak, çok okunmak, çok izlenmek hiçbir zaman başarı ölçütü sayılamaz ama çok satanlar her zaman ortalama bir şeydir. Herkese hitap etmek isterler ve değerlerinden bir şey kaybederek gelir orta yere. Kırk yılda bir mucize olur, çok iyi olan şey de gelir orta yere çok satar. Ama kapitalizmde bir şeyin çok satması için çok iyi olması gerekmiyor. Satması mühim. Günlük tek tip müzik yapanların arasında Demet Akalın kendisini en çok geliştirmişlerdendir. Ben hâlâ sevmiyorum son iki albümdür özellikle dinlemiyorum. Çünkü şeytan doldurur deyip yazmaya başlıyorum. Ama kadın kendini geliştiriyor. Giderek daha iyi altyapılar, daha iyi şarkılar buluyor daha fazla kafa yoruyor ve vokalini de geliştirdi. O sesle yapılabilecek en iyi vokali yapıyor. Sesi zaten iyi değil fakat ilk noktasında değil o kız taktı kafaya çünkü bunu. Giderek kendi kategorisinde en üste geldi. Ne oldu sonra bu vokal tarzı ve müzik biçimi yerleşip en çok satan olunca, o çok satmayan iyi vokalistler ona doğru gittiler. Son üç yıldır Ajda Pekkan şarkı formunda da vokal tarzında da gırtlak nağmesinde de Demet Akalın’ı taklit ediyor. Eski Uykusuz Her Gece’yi koyun bir kenara dinleyin. Resim’i koyun dinleyin. Farkı çok net görürsünüz. Satan vokal tarzı bu olunca Ajda Pekkan, Demet Akalın tarafına geçmekte bir sakınca görmedi. Bazı insanlar çok kötüleşti diyor. Hayır bence bile isteye böyle yapıyor çünkü satanın bu olduğunu biliyor yoksa vokal yeteneği müthiş biridir Ajda Pekkan.

“BENCE POP MÜZİK BİTTİ”

Bu ay Milliyet Sanat’taki yazınızda Abba için yazmıştınız. Ben de size sorayım. Bu balon gibi şişirilen isimlerden elli yıl sonra -niye dinlemişler bunu- denilecek kimler var?
Serdar Ortaç, Mutafa Sandal, Yalın… Çok var. Son yirmi yılın pop kuşağından çok var öyle. Pop olmasının sebebi de şu diğer alanlar Jazz, Halk müziği, Türk müziği ve biraz da rockta şu var: Eğer gerçekten yeteneğiniz yoksa sizi o alana almıyorlar. Fakat pop öyle değil parayı buldunuz mu girip kendi albümünüzü yapıyorsunuz.

Pop artık tembelleşti değil mi?
Öyle oldu, çok tembel hem de. Beni pop adına heyecanlandıran yılda bir ya da iki albüm çıkıyor. Ben artık diğer alanlardan heyecanlanıyorum. Rocktan, jazzdan ya da alternatif alanlardan… Poptan iyi bir şey çıkması tamamen sürpriz.

Bir dönem popçuların rocklaşması gibi şimdiki rockçılar da poplaşma yok mu?
Tabii Poplaştılar ve Arabeskleştiler. O da 84 grubuyla başladı. Cayır cayır rock yapıyorlar grup olarak çalmalarında. Fakat bir bakıyorsun ki solist vokali Ferdi Tayfur, Ümit Besen. Senin rockçı olarak yapmak istediğin şey şu olmalı: Yarınlarla ilgili bir şeyler söylemeli, bugünlerle ilgili bir eleştiri yapmalısın ve seni dinleyecek olanı dimdik ayakta tutmalısın. Mor ve Ötesi’nin, Duman’ın yaptığı gibi. Duman da had safada detone tamam ama şimdi anlıyoruz ki Kaan’ın o formun bir parçası deformasyon. O yapmaya çalıştığının bir parçası. Ben çok seviyorum Duman’ı artık. Şimdi Kaan temiz ve detonesiz söylerse ben şaşıracağım. Ne oldu buna diye. Baktılar ki Arabesk, rock çok satıyor hepsi Ümit Besen kesildi. Rockta da var yani.

Dizlerde, filmlerde oyuncuların kendilerine şarkı söyletme furyasına ne diyorsunuz? Pop müziği nasıl etkiler bu durum?
Reytingle ilgilidir herhalde ya da oyuncuların kendilerinden talep geliyordur. Şarkı söylemek dünyanın en olağanüstü şeyi. Benim sesim yok söyleyemiyorum ama olsa ve söylesem çok mutlu olurdum. Pop müziği artık yerlerde olduğu için onu hiçbir şey etkilemez. Bence pop müzik bitti.

“BUGÜNE KADAR BENİ ŞAŞIRTAN BİR TANE JÜRİ ÜYESİ ÇIKMADI”

Ünlü isimleri sürekli jüri olarak görmeye başladık. En son Şebnem Ferah beni şaşırttı. Televizyondan bu kadar uzak duran bir kadın bile televizyonda artık. Nedir sizce bu yönelimin sebepleri?
Bir para. Çok iyi para veriyorlar. Belirleyici unsur. Ama Şebnem Ferah için bunu söyleyemem onu ikna eden başka kıstaslar vardır. Çünkü kendisine ve kalbine güvendiğim bir insandır. Olağanüstü bir şarkıcı ve şarkı yazarıdır. Belki araya reddemeyeceği insanlar girdi, belki başka sebepler ama para da Şebnem Ferah’ı motive etmiş olabilir. Çünkü para herkesi motive eder. Beni de eder. Eskiden netti bunun kıstasları albümünüzü yaparsınız klibinizi çekersiniz. Röportaj, TV kanalları, konserler vs… İşle bağlarınız böyle dönerdi son beş yıldır albümler, şarkılar, klipler görmezden geliniyor. Konser teklifleri giderek azalıyor. Eskiden senede yirmi konser teklifi alan bir iki alıyor. Ruhen buna ihtiyaç duyuyorlar ünlenmişsiniz ve noldu acaba unutuldum mu, ilgiliyi mi kaybettim diyorlar ve ayrıca geçinmek zorundasınız tek bildiğiniz iş bu. Ama ne yazık ki geçici bunlar. Çıktınız, jürisiniz tamam çoğu 7-8 de kalkıyor da hadi kalkmadı. 13 bölüm. Sonra? İkinci 13 çok zor geldiğinde de yerini koruyamıyor. Hem o jüride hem bu jüride bir Armağan Çağlayan yerini korudu yoksa hepsi değişiyor. Armağan çağlayan da bir parça komedi bir parça bilmem ne kurtardı ama gördük ki son X Factor’de o bile kurtaramadı. Demek istediğim Şebnem Ferah’a ben de şaşırdım ve hafif buruldum da ama geçinmek zorundalar. Bana da başta teklifler geldi elimin tersiyle ittim.

Neden?
Benim ne işim var dedim o müsamerenin içinde. Öyle görüyorum. Hatta reddettiğim firmalar “Abi siz deli misiniz ya?” dediler. Rakamlar hakikaten uçuk çünkü. Son beş yıldır ekonomik bozukluklar ah teklif gelse diye düşünmeye başladım ama kendimce de aman Naim sen çıksan kendini rezil edersin. Hayır etmezsin, hayır senin standartların var falan kalıyor öyle sonra diyorum ki neyse teklif yok zaten…

Sizin bakış açınızı da etkiliyor mu bu tarz programlara çıkmaları?
Etkiliyor. Oralara çıkanları ciddiye almamaya başlıyorum. Ve bugüne kadar da beni şaşırtan bir tane jüri üyesi çıkmadı. Amacı para kazanmak olsun ama kendi gibi olsun onlara uymasın jüri formu taşıyabilsin oraya ama yok.

Son dönemde kimleri dinliyorsunuz?
Bugün Rojin yeni albümünü dinledim, iyi bir albüm yapmış. Mabel Matiz hâlâ dinliyorum Gök Nerede’yi. Sabah akşam Bandista, Sevinç Eratalay, İlkay Akkaya dinlesem keşke ama iş olunca her şeyi canınız çektiği gibi dinleyemiyorsunuz.