IMG_8142


“YALNIZ VE YALNIZLIĞIYLA ÇOK GÜÇLÜ BAŞEDEN ÇOCUKLARI ANLATMAK İSTİYORUM!”

Şekersiz sade kahvesi güzel ellerinde, her soruma verdiği cevaplarla hisleri uyandıran, Kabin, Craft ve son olarak Kahramanlar Hep Erkek oyunlarıyla kalbimize yumruk atıp sonra sımsıkısı sarılan Kemal Hamamcıoğlu ile ‘gerçek’ olan ne varsa ondan bahsettik. Keyifli okumalar!

Seni uzun bir süre kültür sanat programlarında sunucu olarak gördük. Bir süre sonra tiyatroyla anılmaya başladın. Televizyonda olmak seni yorduğu için mi yoksa tiyatro hep içinde olduğu için mi böyle bir geçiş oldu?
Mimar Sinan’da Sinema okurken televizyoda çalışmaya başladım. Birden kendimi televizyon programı hazırlayıp sunarken buldum. Dört sene boyunca kendi başıma hem program hazırlayıp hem de sundum. Benim için genç yaşta çok iyi bir deneyim oldu. Ardından Yüksek Lisansı yine Sinema üzerine yaptım ama ekranın önünde olmanın yetmediğini anladım. Sonrasında da doktorayı bırakıp askere gittim. Orada yazma serüvenim başladı.

Askerden önce, çocukluğunda da yazıyor muydun? Onları saklıyor musun, dönüp okuyor musun mesela?
Yazıyordum, saklıyorum ama hiç dönüp bakmıyorum. Dönüp bakmaya vaktim yok. 7-8 yaşındayken yazdığım mektuplara bakıyorum ama onları açmak, o zamana geri dönmek başka bir şey. Yaşadığım hikayeler anıya sonra yazıya dönüşüyor.

“ARTIK YALNIZLIK NUMARASI KESEN KİMSEYE HAYATTA TAHAMMÜLÜM YOK!”

Çocukluğundaki yazıları saklıyor musun okuyor musun diye sorma sebebim senin oyunlarında belki yazarken amacın olmasa bile bizi çocukluktaki saf temiz duygulara götüren ve bizi bugünle sorgulatan, geçmişle yüzleşme gibi, ayna gibi gelen hisler olması. Sen de yazarken bu karşılaşmaları böyle yaşıyor musun ?

Tabii ki yazarken birçok şeyle, yazdığım karakter üzerinden de yüzleşiyorum. Karakterlerin hepsinde ben varım ama benim birçok yanım ve birçok olmayan yanım da var. Çocukluğun bu kadar hissedilmesinin sebebi naif ve hakiki olması o zamanların, kırılgan olması. İyi dediğimiz ya da bize dokunan her şeyin dokunmasının sebebi anlattığı şeyin pür olması. O yüzden yalın ya da duygusunu korkmadan ifade eden bir şey gördüğümüz zaman hemen çocuklukla ilişki kuruyoruz. Benim de çocuklukla kurduğum ilişki ağlak bir yerden ya da yalnız bir çocuktum falan değil. Zaten öyle bir çocuğu da anlatmak istemiyorum. Yalnız ve yalnızlığıyla çok güçlü başeden çocukları anlatmak istiyorum. Öteki türlü zaten herkes melankolik ve ağlamaya çok hazır. Artık ağlayan, melankolik, yalnızlık numarası kesen kimseye hayatta tahammülüm yok. Güçlü ve gülen, mutlu, bombok bir çocukluk geçiren ama bombok bir çocukluk geçirdim e hadi akşam nereye dans etmeye gidiyoruz? diyen insanların hikayesi beni artık sadece ilgilendiriyor.


“HAYATTA KAZA YAŞAMADAN KAZADAN ÇIKARMIYORSUN!”

Senin için çocukluğun nasıl geçti?
Mutsuz ama Şahika Tekand’ın bir derse birine dediği çok güzel bir laf vardı. Bir oyuncu birden sahnede ağlamaya başladı ve çocukken başıma böyle bir şey geldi böyle bir travma yaşadım gibi bir şey dedi. Şahika Tekand, oyuncuya bana hayat dersi olan çok özel bir şey söyledi. Ee o travmayı artık bırak, 30 yaşına, bırak artık o travma orada kalsın. Travmalarına sarılma! Artık ben de oralarda değilim ve o acılarımla flörtleşmiyorum.

Askerlikten önce uzun bir seyahate çıkmışsın.
Doktora yapıyordum. Askere gidecektim. Kendimi bulmak için çıktığım ve ilk kez tek başıma uzaklara gittiğim bir yolculuktu. Hollanda’ya gittim. Tek başıma gidip tek başıma yürüdüm doğum günümü kutladım. Böyle tek başına başka bir şehirde doğum günü kutlamak duygusal bir şey değil. Ben çok eğlenerek kutladım. Sonrasında ağladım. Sonrasında güldüm.

Sonra sana tanımadığın birinin sarılıp doğum gününü kutlaması var değil mi? Bizde yaşadığımız her acının herkesten daha çok, daha büyük olduğunu düşünme hali çok sık rastlanır. Sanatçıların da belki bunu, yaşadığını kullanması var. Sende de yine hepimizden acıları gösterme ama bir umut da verme durumu var. Senin oyunlarından çıkarken kalbinde bir şey yeşeriyor mutlaka.
Evet bu hikayeler böyle böyle oluyor. Yoksa “ne kadar acı çektim en büyük acıları ben çektim”le değil.Bir yandan da yazdığım şeyler de umut var ama umutsuzluğu anlatacaksam birisi intihar ediyorsa intihar ettiririm oyunda. Ucundan gösterilerek yapılan her şeye çok karşıyım. Küfür edeceksen küfür et. Yalnızsan yalnızım de. Oyunun sonunda ya da filmin sonunda birisi ölüyorsa ölsün. Ben çok kibarım, çok ahlaklıyım yalanına sanatta yer yok.

Askerlik psikolojik olarak çok zor bir şey ama sen ordan çok verimli döndün. İlk olarak Çağ Çalışkur’u arayıp oyun yazdığını söylemişsin.
Orada üç köpeğe onlarca kediye bakıp benim dönmemden bir hafta önce onları Alay’dan toplamaya geldiklerinde biri iğneyi yiyip ayağımın ucuna gelip ayaklarımın ucunda öldü. Şımarık’tı adı. Onun ölü bedenini arabaya ben taşımışım o gün. Dönmeden bir gün önce izne çıkabildim. Gidip bütün barınaklarda bakıp onu aradım. O iğneyi bedeni kaldıramamış ölmüş Şımarık. Bir köpek ben beş ayı orada geçirdiğim için her gün toktu ve son nefesini ayağımın dibinde verdi. Bu çok travmatik bir hikaye ama hayatta kaza yaşamadan kazadan çıkamıyorsun. Şımarık’ın hikayesini unutmamak için de yazıyorum. Sanırım.

Orası senin Kabin’in gibi düşünebilir miyiz?
Tabi tabi.

Kabin, Garaj, Kaan geliyor mu?
Kaan’ı yazdım ama şimdilik durdu. Yeni bir oyun yazdım. Kaan ne olur bilmiyorum ama doğru oyuncularla kendi zamanında olacak. Her hikaye kendi zamanında tamamlanıyor.

Kabin ve Garaj için senin vermek istediklerinin anlaşıldığını hissediyor musun?
Evet benim için de tamamlandı artık bitti. Hiç dönüp bakıp da bittiklerinde üzülmedim. Bir şey başlar ve biter. O da öyle bir yolculuktu. Arada başka oyunlar da oldu hiç kimseye çıkarmadığım ama içime sinmiyorsa kalıyor, dönüp bakmıyorum.

“BOZUK PARA SAYMAYI SEÇTİM. BU TAM BİR SEÇİM!”

Ne kadar yazıyorsun günde?
Bazen hiç yazmıyorum bazen aralıksız yazıyorum. Nasıl biriktiğiyle ilgili içimdeki hissin. Bu aralar yazabiliyorum çünkü içimde malzeme var. Bazen hiçbir malzeme yok hiçbir şey yazmak istemiyorum. Ama onda yaşamayarak değil içimi açarak yaşıyorum. Ya da içimi kapayarak yaşıyorum hayatı. O zaman o bir şeye dönüşüyor. Hep koştura koştura bir şey yapan insanlara hep şaşkınlıkla baktım. Çünkü yavaş yürüyerek, sindire sindire bir şeyler oluyor.
Biraz durmak da gerek galiba.
Önceden hep durmaktan korkuyordum. Şimdi korkmuyorum ya da yarışarak yapmıyorum hayatla kavgamı.

Kendini hayatınla, kariyerinle ilgili tüm bunlar senin kafanda çizdiğin yollar mıydı? Yoksa akışa mı bıraktın?
Canım ne isterse onu yapıyorum. Yaptığım seçimlerde çok bozuk para saydığımı da hatırlıyorum. O bir seçim. Ben herhangi bir reklam ajansında ya da dizide de çalışabilirdim ama bozuk para saymayı seçtim. Bu tam bir seçim. Askerlikten sonra yaptığım bütün seçimlerde ne istersem onu yapmak üzerine kendi yolumu çizdim. Yine öyle yapıyorum. Yine bozuk para sayabilirim. Yine bozuk para sayıyorum. Bir liralar çok kıymetli.

Senin için çok hissel, duygulu, kırılgan biri diyorlar. Bunlar seni rahatsız ediyor mu?
Aslında yaptığım tüm işler çok sertti benim. Garaj da öyle. O sertliğin içerisindeki naif kısmı alıp birleştiriyorlarsa tamam. Duygusal değil duygulu, hisli davranıyorum ben. Bunu düşünen insanlar da Pollyanna gibi gezdiğimi düşünmüyorlardır. Ya da hayat çok güzel çiçekler,böcekler diyerek de gezmiyorum.

Mesela senin de yazılarını sıkça paylaştığın Umay Umay için de sanki hem karanlık, depresifmiş gibi bir algılama yaptıklarını düşünüyorum. Oysa tam aksine Umay Umay benim için bir kadının ne kadar güçlü olduğunun, umudun göstergesidir.
Umay senin neden tek kahramanın?
Çünkü yaptığı, dediği, durduğu her sessizlik ve gülüşü benim için bir şey ifade ediyor. Hayatla kurduğu mesafe ve ilişkiden ötürü, güçlü duruşundan ve güçlü durmayı kendi başına seçişinden.
Mesela dün akşam Maçka Parkı’nın oralarda yürüyordum. Yağmur yağıyor, yola çıkan ezilmesin diye sümüklü böcekleri kenara koyuyordum. Biri aldı ve koydu kenara benim gibi. “Aa dedim benim gibi biri var hayatta”. Umay da benim gibi ama benden bambaşka birisi o, çok çook güçlü bir kadın, bu yüzden kahramanım.

Neler okuyorsun?
Buz Sarayı’nı okuyorum dönüp dönüp. Şimdi Unutuş Bekleyiş diye bir kitap var onu okuyorum tekrar tekrar. Sadık Hidayet okuyorum. Ama bu ara okunacak az şey, izlenecek az film ve dinlenecek az insan var. O yüzden dönüp dönüp çiçek alıyorum, çiçek suluyorum. Doğayla daha fazla ilişki kuruyorum. Doğa bana daha çok ilham veriyor. Az hikaye var çünkü, az müzik, az edebiyat… Müzik bulamıyorum. Bu aralar okuduğum şeyler hep eski. Eskiyi döndürüp dolaştırıp okuyorum.

Kimleri dinliyorsun mesela?
Umay Umay’ı… İbrahim Maalouf dinliyorum. Furuğ ‘nun şiirlerini dinliyorum bazı bazı, dönüp dolaşıp. Moby dinliyorum. Birde klasik ve güçlü bir şeylere denk gelirsem dinliyorum. Dün mesela Farsça bir şeyler dinliyordum, kim olduğunu bilmediğim insanların ağıtlarını, türkülerini dinledim. Çok iyi geldi. Yazarken hep bir şeyler açık oluyor ama o açık olan şeyle yazdığım şeyin beraber akması gerekiyor. O yüzden müziği çok zor buluyorum. Müziksiz yazılmıyor.

“BİR GÜLÜCÜK KADAR RASTLAŞACAK YERİM VAR!”

Yalnız hissediyor musun?
Tabii hissediyorum.

Hep mi böyleydi?
Hep yalnız hissediyorum ama bu seçilmiş bir yalnızlık. Çok yakın arkadaşlarım, dostlarım… Etrafımda bir sürü insan var. Onlarla çok keyif alıyorum ama en büyük keyfi kendi başıma evimde alıyorum. L koltuğumda.

Buradan biraz aşk hayatına döneceğim. Biriyle beraberken de yalnız hissediyor musun kendini?
Bir ilişkiyle tamamlanmayacağını çok önceden öğrendim. Bir ilişkiyle neyi tamamlıyorsun ki? Ben bir ilişki yaşıyorsam, gülmek ve dans etmek için sadece… Bir bakış kadar bir omuz değmesi kadar bir ilişki yaşamak istiyorum şimdilerde. Bilindik durumlar çok durağan…

Bu kendini daha çok korumanı sağlıyor mu? Daha az hayal kırıklığı yaşamanı? Dediğin gibi bir ilişkide neyi tamamlıyoruz? Aslında kendi kendimizi tamamlıyoruz. Senin bu farkındalığa varman nasıl oldu peki? Kötü tecrübelerden mi kaynaklanıyor yoksa kendi farkındalığını arttırmakla mı?

Benim hayatta üretmek ile ilgili bir derdim var. İlişki konusunda da sadece gülmek istiyorum. Şuanda bir ilişki denk gelirse denk gelir. Rastlaşırsak rastlaşırız ama bir gülücük kadar rastlaşacak yerim var. Çünkü hayatta artık ilişki ve iletişim kurabileceğim, göz göze gelip gülümseyebileceğim, aynı şeylere değil farklı şeylere gülümseyebileceğim insan sayısı azaldı. Birde ben hayatta her şeye, yalnızlığa da tutkuyla bağlı olduğum için, tutkusuz bir ilişkinin içinde var olamıyorum.
Seni besleyen bir ilişki var mı? Şu ara aşık mısın?
Hayır şuan aşık değilim. Besleyen ilişki bulmakta da çok sıkıntı çekiyorum.
Ne istiyorsun peki bir ilişkide? Bu sadece gülmek ve dans etmek değil.
Tutku istiyorum.

Biz hep bir ilişkide samimiyet, doğru, iyi ve güzel şeyler aradığımızı söylüyoruz ama… Yine bir röportajında geçiyordu; çamura battıktan sonra kendim oldum diye..
Tabii ki. Kimse sevişiyor numarası yapmasın artık. O kötü sevişmelerin hiçbir, hiçbir porno film de bile bu kadar vasat kurgulanmıyor.

“HAYATTA ARTIK ÖNYARGIDAN KIYMETLİ BİR ŞEY YOK!”

Hayatla ilgili, yaşamakla ilgili ne hissediyor ve ne düşünüyorsun? Mesela geçen gün ağzımdan benim de şaşırdığım bir şekilde “Evet hayat çok çirkin ama yaşamak çok güzel ” diye bir cümle çıktı. Evet, hepimizin hayatında zorluklar var ve illa ki senin hayatında da öyle. Ama yaşamaktan keyif alabiliyor musun? Ayrıca bunlar senin sanatınla da ilgili. Sanatın olmasaydı da seni tamamlayan sürekli bahsettiğin yalnızlığın içinde bu şekilde konuşabilir miydin?
Bu kadar derinlikli bir yerde olmazdım. Bu kadar incelikli bir yerden bakmazdım cesurca ama yine buna benzer bir yerlerden bakardım sanırım hayata. Hayat zaten kurgusunu çözemediğimiz bir şey. Ve o kurgusunu çözemediğimiz bir şeyin içerisinde de uyarılacak nedenler arıyorum. O bulduğum nedenler bana iyi geliyor. Mesela dün sadece kendi yatağım olduğu için mutlu uyudum ve mutlu uyandım. Bu kadar basit. Ben de hep büyük bir şeyler, büyük bir aşk, büyük bir ev gibi mutlulukların peşinde yakın zamana kadar debelendim koşarak. Şimdi kendi yatağım ve L koltuğum yeterli, mutluyum. Kendimle dost olmaya ihtiyacım var.

Kendi iç sesini dinliyor musun?
İç sesimi değil önyargılarımı dinliyorum. Çünkü hayatta artık önyargıdan kıymetli bir şey yok. Herkese her şeye insanlar ilişkiler konusunda basit ve net bakıyorum. Hiç kimse bizim kurguladığımız kadar derinlikli bir yerden hareket etmiyor. Sevmedi. Olmadı. Kötü gibi. Hislerimle değil önyargılarımla hareket ediyorum. Önyargını sev.

Çok derin bir yerden gelen Kahramanlar Hep Erkek’le andık seni. İzlerken kamerada gözgöze gelmeyi ya da bazen öyle yükselişler vardı ki biri kalksın sandalyeye vursun gibi şeyler bekliyor insan. Oyunun böyle olması nasıl bir seçimdi?
Aslında sandalyeyi devirmek istiyorsan kafanda deviriyorsun ve tamamlanıyor. Zaten bir sayfayı kıvırdığın zaman dikdörtgen olduğunu biliyorsun illa göstermeye gerek yok. Benim için tamamlanma hissi çoğu zaman tamamlanmayarak, fiziksel olarak gözgöze değil üç beş gün sonra keşke göz göze gelseydik diyerek gerçekleşiyor.

Metni oluştururken neler düşündün? Asena’nın kadınlarını anlatırken “kadınların sesi erkekler” olma meselesini net hissedebildin mi?
Duygu Asena’nın bir anlamda kendi hikayesi. Başladığım noktada evet erkekler okusun dedim ama erkek kadın fark etmez. Kim okursa okursun bir önemi yok. Bir otobüs yolculuğu gibi sırtlarımız dönük sanki bir yolculuğa çıkmışız gibi.. Bir yol hikayesi. Kitabı da çalışırken birinin aşkı ailesi ve kendisini bulma hikayesi üzerinden gittim. Kitabın kurgusu oyundan farklı bir yerde ama his olarak aynı yerde bitiyor. Ben oyunu ilk oynadığımız gecenin sonunda oturdum Duygu Asena’yı karşıma aldım ve teşekkür ettim. Böyle bir kitabı yazdığı için ve benimle, metinle biraraya getirdiği için bu işi. Ben hep birilerini anlamak ve dokunmak üzerinden bir şey yapıyorum o yüzden kadın ya da adam olmasının önemi yok. Bir çocuk da koyabilirdim. 4 adamdan biri 80 yaşında da olabilirdi. Ben iddiasız bir iş yapmak istedim. İddiasını kendi içinde, iddiasız olmasında taşısın istedim. O yüzden sonrasında sandalyeler birçok kez devriliyor insanların hayatlarında.

Bu aralar neler yapıyorsun? Yeni sezonda neler var?
Yeni sezonda bir oyun var. Garaj tekrar başlayacak. Videoart projeleri yapmaya başladım. Hakan Kurtaj’la yaptığımız performans Youtube’da. Adı: Dudaklarım kanlı, sevgilim. Bir sinema filmi projem var onun üzerinde çalışıyorum. Eylül gibi çizim kitap çıkacak. Bir dizi öyküsüne çalışıyorum.

Sinema filmi için bir ipucu istesem?
“Hasta olmak için hastalığa yakalanman gerekmiyor.” diyor.

Oyunculukla ilgili bir şeyler yapmak istiyor musun?
Oynamayı gerçekten istediğim bir şey çıkarsa ve kendimi oraya teslim edebilirsem yaparım. Yapmak için bir şey yapmak istemiyorum hayatta. Garaj gibi Kabin gibi ya da Kahramanlar Hep Erkek gibi iyi ki yaptım demek istiyorum. Herhangi bir dizide herhangi bir sözü ağzımdan söylemek istemiyorum. Her şey kendi zamanında kendi yerini ve boşluğunu dolduruyor. Oralardayım o yüzden.

Son olarak Lemur Dergi okuyucularına bir mesaj istiyorum.
Su yolunu bulur.

*Röportaj Lemur Dergi Haziran sayısında yayınlanmıştır.