DÜĞÜNDE DE, VAPURDA DA, BARDA DA YİNE O MELEK..
Denizli’de bağlama ve Türk halk müziği dersleriyle başlayan müzik hikayesine; keman, yan flüt, korolar, festivaller, piyano, müzik öğretmenliği, düğünler, vapurlar, sokaklar ve bir televizyon yarışması sığdıran güçlü bir kadın Melek Mosso.. ‘Önünüzden geçen bir insanın kalbine dokunmak önemli..” diyor. Kendi bestesi Kedi ve No:1 düeti Hiç Işık Yok’u heybesine koymasının ardından yeni şarkısı Gölgen Yeter ile karşımızda. Üstelik her cevabında aynı içtenlikle ve gülümsemesini hiç kaybetmeden..
7 yaşında Beyaz Gelinlik adındaki ilk bestenizi yapmışsınız.. Üstelik arabesk.. O zamanki küçük Melek’le ve hayalleriyle ilgili neler hatırlıyorsunuz?
Çok duygusal bir çocuktum ben. Hep öyle oldum. Annemle babam okuyup yazmadığı için ulaşabileceğim bir kitap yoktu. Okulda ve kütüphanede ulaşabiliyordum. Tek bildiğim kendini yalnız hisseden ama güçlü olmak zorunda oldığunu bilen ve çok duygusal bir çocuktum. Hatta çocuk değildim aslında; büyümüştüm. Çünkü beş yaşında Kayseri’den taşınınca bir süre erkek kardeşimle birlikte bakıcılarda kaldık. En son bakıcının kızı kardeşimin gözüne yanan bir şeyi dökmüştü. O günü hiç unutmuyorum. Anneme “lütfen bizi eve bırak, ben kardeşime bakarım” dedim. Ondan sonra da ben baktım yani evdeydim hep.
O bestenin sözleri nasıldı?
Beyaz gelinliği ben de isterdim
Kalbine girmeyi ben de isterdim
Ana olmayı ben de isterdim
Harcama sevgimi harcama gülüm
(Gülüyor) Hepsi babam yüzünden.. Babamın askerlik anı defterini buldum. Orada hayatımda ilk kez şiir okudum. Onda da elma, armut, portakal, arkadaşım hoşçakal gibi şeyler olduğu için ondan kalmış.
Biyografide bağlama dersleri, Türk halk müziği dersleri, keman, yan flüt, müzik orkestraları, korolar, festivaller, sokaklar, vapurlar.. Bunlar sizin müzikle yolculuğunuz, müzikle dost olmanızın basamakları ama; 7 yaşındaki Melek o besteyi yaptığına göre planlarla ilerlenen bir yolculuk mu bu?
Aslında istediğim şey şarkı söylemekti. Tek hedef oydu ama hiçbir zaman yaptığınız planlar dosdoğru gitmiyor. Bambaşka planlarım vardı. Hiçbiri olmadı. Tam dönecekken Sony ile yollarım kesişti. Aslında plan yapıyorsun bozuluyor ama yeni bir akış ortaya çıkıyor.
Müzik öğretmenliği ve bir taraftan sokak müzisyenliği yapmışsınız..Sokakta yürürken çantasındaki parayı saydığımız ya da yüzüne bakıp geçtiğimiz o müzisyen bu tarafı nasıl gözlemliyor? Neler hissediyorsunuz vapurda, sokakta?
Vapurdayken ambiyans çok önemli. İstanbul’un harika gün batımlarını görüyorsun. Yunuslar zıplıyor. Sokağın insana en çok kattığı şey de şu: insanları çok iyi tanıyorsunuz. Ben artık birinin gözlerinin içine bakınca dertli mi dertsiz mi olduğunu zaten anlıyorum ama o ambiyansta önünüzden gayri ihtiyari geçen bir insanın kalbine dokunmanız ve onu önünüze getirmeniz çok önemli oluyor. Kazandığın paranın hiçbir anlamı yok. Yeter ki orada biri dursun ve dokunmuş ol onun içine. En önemli şey buydu benim için. Zaten öyle başladık. Evde çalıyorduk; bari sokakta da çalayım diye.
Düğünlerde de çaldınız. Üç farklı atmoster var. Sokaklar, düğünler ve barlar. Bu üç alanda sizin için enerji olarak ya da dinleyici olarak ne fark ediyor?
Hepsi şu açıdan aynı: kendin eğlenmelisin. Sen eğlenmezsen, sen mutlu değilsen barda da, düğünde de, sokakta da sıkılırsın. 18’den 28’ime kadar düğünlere harçlık çıkarmak için gidip çaldım. Onların en mutlu günündesin ve eğleniyorsun. Sokakta da ilgi çekmeye çalışıyorum yine bir show. Barlar dersen konser salonlarında kendin olabiliyorsun. Demin sorduğunuz o yolculuğun getirdiği, biriktirdiği Melek konserlerde.. Ama düğünde de, vapurda da görseniz yine o Melek’i yakalarsınız.
Bar konserlerinin yoğunlaşmasında ve tanınırlılığınızda yadsınamaz bir gerçek olarak televizyon var. Bir söyleşide ‘kendimi çok iyi ifade edemediğim ve yansıtamadığım bir alandı” demişsiniz katıldığınız ses yarışmasıyla ilgili. Görünmenin her şeyden önemli olduğu bu dünyada, bu yarışmaların böyle olduğunu bilerek hareket etmiyor muyuz? Siz katılırken ne düşünmüş ya da ne ummuştunuz?
Ben iki kere katıldım o yarışmaya aslında. Birinde annemler çok istedi. Televizyonum yok. Aradılar sen izlemiyorsundur ama böyle bir yarışma var diye. Gittim, çok heyecanlandım, kimse dönmedi. İkincisinde bizi üç kere aradılar. O ara da ben bir arkadaşımla vapurda çalıyordum. Dördüncü kere ararlarsa gidelim mi dedim. Gidelim ya kaşemiz katlanır dedik. Onlar ne istiyorsa onu yapıcaz, show business, bizi bir yere taşımayacak bunları biliyorduk. Tek isteğim; müziğimi doğru ifade edebilseydim her şey çok farklı olabilirdi. Zaten soyadımı değiştirip nick name kullanmamın sebebi de odur. Oradaki karakter Melek değil. O orada bunu söyleyeceksin, böyle söyleyeceksin denilen bir ortamda.
Psikolojik olarak sizin için iyi ve kötü yanları neydi? Biraz da bu yarışmalara katılmayı düşünenler için soruyorum.
Orası show business, bir beklenti içinde olmamalı kimse. Ben burayı kazanacağım, eğitim alıp yükseleceğim gibi bir şey yok. Orada insanlar programın gereği neyse onu yapıyorlar. Alabildiğin senin karın, anlayabildiğin senin karın. Onun dışında varabileceğin hiçbir nokta yok, görüyoruz.
Kısa öyküler, şiirler de varmış yazdığınız. Bunlarla ilgili bir çalışmanız olacak mı? Olacaksa bunun risklerine dair ne düşünüyorsunuz? Kariyerinde belli bir popülerlik elde ettikten sonra insanlar bu tarz işlerini de paylaşıyorlar ama olumsuz eleştiri de alabiliyorlar.
Paylaşacağım bir şey yeni yazdığım bir şey olmayacak. Benzer olan şeyleri ayırt edebiliyorum. Edebi açıdan kendimi eleştirebiliyorum. Bunu Özdemir Asaf’ı okuyup yazmışım deyip atıyorum kenara. Bunları çıkartacağımı zaten hiç sanmıyorum ama benim çok fantastik bir dünyam var içerde. Fantastik hikayeler yazıyorum; aşkım balım gitti beni terketti hikayesi değil. Büyücüler, karanlık ormanlar, mitolojik yaratıklarla dolu. Hiçbir korkum yok. Ben hazır hissettiğimde yaparım. Yazdıklarıma güveniyorum. Bir buçuk iki yıl öncesine kadar ben de sadece karalıyorum diyordum ama güvendiğim birkaç insana okutunca onlar bana çok cesaret verdiler. 40-50 sayfa yazdığım bir şey vardı. ‘Bu bitmiş. Neden bir şey yapmadın? Çok akıcı’ dediler. ‘Edebi değil’ dedim; ‘saçmalama, çok akıcı’ dediler. Bunun arkasından ben de cesaretlendim.
Müzik tarafında da kendi bestelerini çıkarmakla ilgili böyle endişeler olmuş muydu?
Farklı zamanlarda kendinize çok güvenip farklı zamanlarda güvenemiyorsunuz. Bu etrafınızla da, arkadaşlarınızla da, maddi veya sosyal bütün durumlarınızla alakalı sizi etkiliyor. Bir dönem, heralde 19-20 yaşın ateşiydi diyorum, kendime çok güveniyordum. Sonra yavaş yavaş izlemeye ve dinlemeye yöneldim bir şeyler yapmaktan çok. Şüphe etmiyorum çünkü herkesin yazdığı kendine. Birilerine dokunabildiğimi görüyorum; o kadarı da yeter bana. Yazdıklarım artık değerli bebekler gibi davranıyorum. Onları yargılamıyorum.
Gittikçe hızlanan Melek şuan soyadını değiştirmek zorunda olsa ne koyardı?
Piu Mosso.. 16 yaşımdan beri Piu Mosso’yum ben..
Dışardan net ve güçlü bir imaj var ama sabahları kalkıp aynada kendine baktığında veya sahnede mikrofonun başına geçtiği ilk anda neler geçiyor aklından?
Sahnedeki Melek çok güçlü gerçekten. Bazen hep böyle hissetmek istediğim oluyoyor. Ben bile kendime şaşırıyorum ama sabahları kalktığımda gayri ihtiyarı normal bir insanım. Yemek diye uyanıyorum. Bu tanınmışlığın aslında bana kişisel olarak waw bir yerdeyim gibi bir durum yaratmadı. “Uff çok tanınıyorum, yolda nasıl yürüyeceğim, bu görürse soru sorarsa, gelirken fotoğraf çekinmek” gibi gibi.. Bunlar hoşuma gidiyor ama bunlar hayatıma yeni giren şeyler..
Tuhaf mı geliyor?
Evet tuhaf çünkü hiçbir şeyin fanatiği olmayan bir insanım ben. Hep sakin, shanti shanti ilerleyen bir hayat..
Kedi ile ilgili şarkıda anlattığım gibi oldu “çıktı, yazdım ve ağladım” demişsiniz. Ağlamayı durdurup şarkı yazdıran bu hislerle şimdi tanınmak ve sevilmek nasıl bir duygu? ‘Bu işler nasıl olacak, olacak mı, yarın hangi vapurda çalacağım?’ diye düşünen Melek,” Oldu bu iş” diyor mu?
Tam olarak demiyorum da olması için artık daha yakınım. hHiçbir zaman ‘olmaz çünkü.. Hep yenisi, tüketim, müzik de tüketim, onu görüyorum. Sosyal medyadan sonra daha da çabuk tükenen bir şey hatta. İmza bir şeyler olması lazım çabuk tükenmemesi için. Ben önümüzdeki albüm için şuan hayalini kurduğum, ürettiğim ve özel olması için uğraştığım şey o. Nasıl bir Levent Yüksel’in Medcezir albümünün şarkılarının hepsi 1 numaraysa öyle bir albümün hayali benimki. Olursa oh tamam, artık ölebilirim derim.
Melek Mosso müziği şunu vadediyor gibi bir cümle kurulabilir mi? Ya da müzik bir şey vadetmeli mi?
Müzik bir şey hissettirmeli. Melek Mosso müziği de zamanla gelişecek aslında. Şuan sana şunu hissetirmeli diyecebileceğim bir şey yok ama gördüğüm tek şey; agrasyonum var. Mutlu bile olsa agresif bir hüzün var şarkılarımda. Bilmiyorum ilerde bu belki bir şekil şemal olarak pişer ve Melek Mosso şarkıları dendiğinde akla o his gelir. Şimdi öyle bir şey gelmiyor. Müzikse; müzik evrenseldir ama acılar da evrenseldir. Seni mecburen bir yere götürmek zorunda her haliyle..
Annenizin de sesi güzelmiş. Anneyle bir düet yapmak ister misiniz?
Aslında annemle biz düet yapıyoruz da o çekinir büyük ihtimalle. Kendimiz için yaptığımız şeyler var ama onun medeni cesaretine bağlı.
Son zamanlarda dilinize dolanan bir şarkı var mı?
Ari Barokas Salaksın..
Bir günlüğüne bir müzisyenin yerine geçme şansınız olsaydı kim olurdunuz?
Ella Fitzgerald..İdolüm. Sesim hiç onun ailesinden değil ama sesine aşığım. Yıllarca dinledim.Kendimi geliştirmemin sebeplerinden biridir. Kursa gidecek param yoktu. Onu dinleyip tekrar edip jazz çalışmış oluyordum. İstanbul’a geldiğimde kurslara gidemedim ama jazz mekanlarına gidip telefona kaydediyordum. Evde ezberleyene kadar hepsini tekrar ediyordum. O yüzden Ella Fitzgerald ya da Amy Winehouse olurdum..
*Röportaj Lemur Dergi Temmuz sayısında yayınlanmıştır.